Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1671 E. , 2019/973 K.

Hukuk Genel Kurulu 2017/1671 E. , 2019/973 K. "İçtihat Metni"

MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 04.04.2013 tarihli ve 2011/945 E., 2013/138 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12.05.2014 tarihli ve 2013/14740 E., 2014/9253 K. sayılı kararı ile:

"...Davacı ... vekili, dava konusu 527 parsel sayılı taşınmazın tamamının tapuda 1⁄2 pay maliki olan vekil edeninin zilyet ve tasarrufunda olduğunu, davalıların mirasbırakanı olan diğer 1⁄2 pay maliki...’un 13.10.1968 tarihinde öldüğünü, tapu kaydının intikal görmediğini ileri sürerek 1⁄2 tapu payının iptali ile tamamının davacı adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar ... ve arkadaşları vekili, davacının malik sıfatıyla zilyet olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra TMK’nun 713/2. maddesinde "ölüm" nedenine dayanılarak tescil davasının açılamayacağı, diğer yandan tapu kütüğünden malikinin kim olduğunun anlaşıldığı gerekçeleriyle açılan davanın reddine karar verilmiştir.

Hüküm, süresinde davacı vekili tarafından dilekçede belirtilen nedenlerle temyiz edilmiştir.
6100 sayılı HMK’nun 24/1.maddesine göre; Hakim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. Aynı kanunun 25/1.maddesi hükmüne göre ise; Hakim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Somut olayda; dosyanın içeriğine, dava dilekçesine ve iddianın ileri sürülüş şekline göre dava, TMK'nun 713/2. maddesinde düzenlenen "ölüm" nedenine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı, temyize konu davada aynı kanun maddesinde düzenlenen "...maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan" nedenine dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunmadığından mahkemenin açıklanan gerekçesi yerinde görülmemiştir.
Hükmün, kanun maddesindeki "ölüm" nedeniyle açılan davanın reddine ilişkin bölümüne yönelik temyiz itirazlarına gelince; üzerinde durulması gereken husus, eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan (TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; "...ölmüş...") sözcüğün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağıdır. Davaya dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan "...ölmüş..." sözcüğünün, "Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulamasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de Yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 gününde karar verilmiştir."
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2 fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceği vurguladıktan sonra aynı maddenin 5.

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 1

YARGITAY BAŞKANLIĞI

fıkrasında da "iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği" açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararları, İdari Yargı'da verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargı'da asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargı'daki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısı'ndaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, devlete olan güven duygularını sarsmamak, devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 sayılı kararında, "Türk Anayasa sisteminde devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır." denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması hukuk devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı hukuk devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesi'nin 09.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; "bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun bir biçimde tüm sonuçlarıyla kesin olarak edinilmiş hakların korunması hukuk devletinin bir gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; "iptal kararları geriye yürümez" kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsemiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnaları kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 2

YARGITAY BAŞKANLIĞI

oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi 'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK'nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan "...ölmüş..." sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK'nun 713/1. fıkrasında; tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir, denilmiştir.

Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; "aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir." amir hükmüne yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması için bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşullarında gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; "aynı koşullar altında..." denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; "Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur." ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.

04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM'nin 639 (TMK'nun 713.) maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; "kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu- yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır." görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkranın son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.

İşte TMK'nun 713/5. fıkrasında, mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur. İbaresi TMK'nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından "kazanılmış (müktesep) hak" olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile, 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi'nce yürütmenin durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.

TMK'nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 3

YARGITAY BAŞKANLIĞI

kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalarda bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır. “gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.

Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; "...kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir." Şu halde yürütmenin durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan veya lehine kazanma koşulları tamamlanmış davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.

Bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK'nun 713/2 maddesi bakımından dosya incelendiğinde; dava TMK'nun 713/2 maddesinde yazılı "ölüm" sebebine dayanılarak açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır. Davalıların miras bırakanı..., dosya içinde mevcut mirasçılık belgesine göre 13.10.1968 tarihinde ölmüştür. Mahkemece, iddia ve savunmalar doğrultusunda taraf delilleri toplanarak, kanun maddesinde belirtilen kazanma koşullarının davacı lehine gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılarak oluşacak duruma göre uyuşmazlığın esası hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, zilyetlik araştırması yapmaksızın Anayasa Mahkemesi ’nin iptal kararı yanlış yorumlanarak yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi isabetli olmamıştır ...."

gerekçeleriyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)' nun 713/2. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili; çekişme konusu Aşağıkirezce köyü köyiçi mevkii 527 parsel sayılı taşınmazın 1⁄2 hissesinin davalılar murisi... adına kayıtlı olduğunu, Şevki Abakoç'un 13.10.1968 tarihinde vefat ettiğini ve mirasçıları tarafından tapuda intikal işlemlerinin yapılmadığını, müvekkili lehine TMK'nın 713/2. maddesindeki koşulların gerçekleştiğini ileri sürerek taşınmazın... adına kayıtlı 1⁄2 hisseli tapu kaydının

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 4

YARGITAY BAŞKANLIĞI

iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili; davacının açmış olduğu davanın Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun hükmüne dayandığı ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının derdest davaya uygulanması gerektiğini, davacının müvekkillere ait kısımda hiçbir zaman malik sıfatıyla zilyet olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece; TMK'nın 713/2. maddesindeki "...ölmüş..." ve "...ya da..." sözcüklerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin 17/03/2011 tarihli ve 2009/58 E., 2011/52 K. sayılı kararı ve gerekçesi gözetilerek, yine...'un bilinmeyen ve tanınmayan bir kişi olmadığı, aynı şekilde mirasçılarının da bilinen, tanınan ve hâlen yaşayan kişiler olduğunun nüfus ve tapu kayıtlarıyla kolaylıkla anlaşılabilir olduğu, TMK'nın 713/2. maddesi kapsamında dava konusu taşınmazlar üzerinde zilyetlikten kaynaklı tapulu yerlerin tesciline imkan bulunmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; Yargıtay bozma kararına muhalif azınlık görüşünde belirtilen gerekçeler, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının Yargıtayın emsal içtihatları gözetildiğinde derdest davalara uygulanacak oluşu ve TMK'nın 713/2. maddesinin Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonraki mevcut hâli bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacının tescil isteğine itibar edilemeyeceği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının davasına dayanak olan 4721 sayılı TMK'nın 713/2. fıkrasındaki "ölmüş" sözcüğünün Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 tarihli ve 2009/58 E., 2011/52 K sayılı sayılı kararı ile iptaline karar verilmesi ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması karşısında, anılan hükmün somut olayda uygulama yerinin bulunup bulunmadığı ve davacı yararına oluşan kazanılmış haktan bahsedilip bahsedilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre davacı lehine TMK'nın 713/2 maddesinde yer alan koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
Dosya içeriğine, dava dilekçesine ve iddianın ileri sürülüş şekline göre dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK'nın 713/2. fıkrasında yer alan "...maliki 20 yıl önce ölmüş..." hukuki sebebine dayalı olarak tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.
4721 sayılı Kanun’un “Olağanüstü zamanaşımı” başlıklı (mülga 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 639. maddesiyle benzer) 713. maddesinin Anayasa Mahkemesince kısmen iptal edilmeden önceki hâlinin ilgili kısımları şöyledir:
"Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.
Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 5

YARGITAY BAŞKANLIĞI

...

Son ilandan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hakim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.
...”

Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 tarihli ve 2009/58 E., 2011/52 K. sayılı kararıyla 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin 2. fıkrasında yer alan "...ölmüş..." sözcüğünün iptal edilmesine, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiş, yürürlüğü durdurma kararı 02.04.2011 tarihli ve 27893 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153. maddesinin 2. fıkrası gereği, Anayasa Mahkemesince iptal edilen kanun hükmü, iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte, Anayasa Mahkemesince daha ileri bir tarih belirlenmiş ise belirlenen tarihte yürürlükten kalkacaktır. Aynı

maddenin 5. fıkrası gereğince de Anayasa Mahkemesi iptal kararları geriye yürümeyecektir.
Ne var ki, bu anayasal hükmün salt lafzi yorumla uygulanması, zaman zaman hakkaniyet, nesafet, eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı sonuçlar yaratabilir ( Bkz.Bilge, N.: "Anayasa Mahkemesi Kararlarının Geriye Yürümezliği Sorunu", Ankara Baro Dergisi 1990/3, s. 332). O nedenle Anayasanın 153. maddesinin istisnalarının varlığı öğretide ve yargıda gündeme getirilmiş ve tartışılmıştır. Anayasa'da, iptal kararları idari davalarda olduğu gibi düşünülmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Türk anayasal sisteminde, Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Anayasa'nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa'nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa'ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulanma alanı bulmasını kesinlikle önler. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece ortaya çıkmakta ve "İptal kararları geriye yürümez." kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır (Anaysa Mahkemesinin 12/12/1989 tarihli ve 1989/11 E., 1989/48 K.).
Anayasa'ya aykırılığı saptanmış bir kanunun hukuk dünyasında hiç doğmamış gibi sayılması, iptal kararının geriye yürütülerek o kanunun tamamen yok sayılması durumunda, kanuna dayanılarak o tarihe kadar yapılmış yüzlerce bireysel işlemi geçersiz kılacak, kişilerin hukuki güvenliği ve hukuk düzeninin istikrarı açısından büyük sakıncalar doğuracaktır. Bu nedenle iptal kararlarının geriye yürümemesi ilkesinin benimsenmesi isabetlidir. İptal kararlarının geriye yürümemesi ilkesi elbette somut norm denetiminde Anayasa'ya aykırılık itirazında bulunan tarafın iptal kararlarının sonuçlarından bizzat yararlanamaması anlamına da gelmemektedir (Özbudun, E.: Türk Anayasa Hukuku, Ankara 2016, s. 459). Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi ile amaçlanan, kanunun uygulanması ile elde edilen kazanılmış hakların korunması ve hukuk güvenliğinin zedelenmemesidir.
Evvelce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Hukuk devletinin gereği

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 6

YARGITAY BAŞKANLIĞI

olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. İşte yasaların geriye yürümezliği ilkesine paralel olarak bu yasaların yürürlüğe girdikten sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptallerine karar verilmesi halinde hukuki güvenlik ilkesi ve bu ilkenin barındırdığı gerekçelerle iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi benimsenmiştir ( Kuzu, B.: "Anayasa Mahkemesinin İptal Kararının Geriye Yürümezliği Sorunu”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1988, c. 52, S.1-4, s. 186-229, s. 197 vd.).

Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 tarihli ve 2009/58 E., 2011/52 K. sayılı kararıyla iptale ilişkin verilen kararın kazanılmış haklar ve yukarıda açıklanan yasal durum ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir başka deyişle, uyuşmazlığın diğer ayağını oluşturan Anayasa Mahkemesinin iptal hükmünün özelliği, geriye yürüme (extunc) etkisinin hukuki kapsamı ve uygulama alanı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Hemen belirtelim ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları Resmî Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğuracağı belirtildikten sonra, kazanılmış hakların varlığı hâlinde iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi çoğunlukla kabul edilmiştir. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış haklar) korunması hukuk devletinin gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kaideleri uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geri yürümeyeceğinin kabulü kaçınılmazdır. Kazanılmış haklar "Hukuk Devleti" kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa’nın 2. maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 24.02.2016 tarihli ve 2014/8-1084 E., 2016/158 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Anayasa Mahkemesi iptal kararları kural olarak geçmişe dönük olarak kişiler lehine bir hak doğurmamakla birlikte, iptal kararının hangi tarihte meydana gelmiş uyuşmazlıklar için hüküm ifade edeceği somut uyuşmazlığın türüne ve koşullarına göre uyuşmazlık konusu olayın, hakkın veya yükümlülüğün hukuken ne zaman doğduğu tespitine bağlıdır (Hafize Şükran İçten ve diğerleri, B. No: 2013/5018, 23/3/2016, § 70).

Öncelikle belirtilmelidir ki, TMK’nın 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen şartlar yanında, 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında...” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunulmuştur. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.

TMK'nın 713/1. fıkrasında; “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 7

YARGITAY BAŞKANLIĞI

parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” hükmüne yer verilmiştir.
Olağanüstü zamanaşımı iddiası ile açılacak davalarda mülkiyet hakkının ne zaman kazanılacağı hususunda mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 639. maddesinde bir düzenlemeye yer verilmediğinden, oluşan yasal boşluk 04.12.1998 tarihli ve 1996/4 E., 1998/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (YİBK) ile "kazandırıcı zamanaşımı yolu ile tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nın 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdasi nitelikte kararlardır, mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır" denilmek sureti ile giderilmiştir.

01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nın 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmek suretiyle mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorunu yasal düzenleme ile çözülmüş ve 04.12.1998 tarihli ve 1996/4 E.; 1998/3 K. sayılı YİBK'nın uygulama kabiliyeti kalmamıştır. Anılan Yasa hükmü sonucunda, mülkiyet 713. maddenin 1. fıkrasında öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır. Başka bir deyişle, mahkeme kararı mülkiyet yönünden 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 639/2. maddesinin aksine kurucu değil açıklayıcı nitelik arz edecektir (HGK’nın 30.09.2015 tarihli ve 2013/2377 E., 2015/2010 K. ; 24.02.2016 tarihli ve 2014/8-1084 E., 2016/158 K. sayılı kararları).

Anayasa Mahkemesi de Orhan Yüksel kararında ilgili kanuni düzenlemenin kısmen iptaline ilişkin kararın geçmişe dönük olarak başvurucu lehine bir hak doğurmadığını belirterek, somut olayda uygulanma imkânı bulunan 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesinde yer alan hükümlerin, mahkemece hakkın doğduğu tespit edilen tarihte ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği tarihe kadar hüküm ifade ettiği belirtilmiştir (Orhan Yüksel [GK], B. No: 2013/604 , 10/12/2015, § 48).

Şu hâlde yürütmenin durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan veya lehine kazanma koşulları tamamlanmış davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Yine dava açmamış ancak Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Diğer taraftan, Anayasa’nın “Mülkiyet Hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi;

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
“Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi de,
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” düzenlemelerine haiz olup, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesinde ise,

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 8

YARGITAY BAŞKANLIĞI

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” ifadeleri yer almaktadır. Anayasa’nın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol’ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenlemede kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 46).

Devlet, düzenlemelerle bireylerin taşınmaz mülkiyetlerini sürdürmeleri için olumlu eylemlerde bulunmalarını zorunlu tutabilir. 4721 sayılı Kanun’un 713. maddesiyle, ölmüş kişiye ait taşınmazın 20 yıldan uzun bir süre davasız ve aralıksız kullanılması hâlinde zilyet lehine tescil hakkı verilmektedir. Kanun koyucu, taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazın kullanım hakkına ilişkin olarak toprak mülkiyetinin atıl kalmaması, kullanılarak ekonomiye katkı sağlanmasının temin edilmesi amacıyla bu konudaki hukuki güvenliği ve belirliliği sağlamaya dönük olarak ölmüş kişinin taşınmazını adına tescil ettirmeyen varisi ile davasız ve aralıksız 20 yıl zilyetliği bulunan kişi arasında yarışan haklar yönünden ikincisi lehine bir düzenleme yapmıştır (Orhan Yüksel, § 51-52).

4721 sayılı Kanun’un çeşitli hükümlerinde taşınmaz malikinin taşınmazına yapılan haksız müdahaleleri önleyici ve haksız kullanımı tazmin edecek mekanizmalar düzenlenmiştir. Kanun’un 683. maddesinde malikin, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebileceği belirtilmiştir. Kayıt malikinin mirasçıları 20 yıllık hak düşürücü süre içinde herhangi bir dava açarak zamanaşımı süresini kesme olanağına sahiptir. Bahsedilen süre, başvurucunun taşınmazın mülkiyetini kaybetmemesi için taşınmazı kullanan üçüncü kişiler aleyhine dava açması ve bir uyuşmazlık yaratması için yeterli bir süre olup, bunun yanı sıra dava açmasa bile taşınmazları tapuda mirasa dayanarak adına tescil ettirmek suretiyle de olağanüstü zamanaşımı ile kazanmayı engelleyebilecek imkânı bulunmaktadır (Orhan Yüksel, § 61-62). Bundan ayrı, TMK’nın 992. maddesi gereğince, taşınmaz üzerindeki mülkiyetini tapu siciline tescil ettirmemiş bulunan bir malik, hak karinesinden yoksun olmakta ve zilyetliğe dayalı davaları açamamaktadır. Her şeyden önce mirasçılar, eşya hukukunun sorunsuz işleyebilmesi için önemli bir gereklilik olan açıklayıcı tescili yaptırmayarak tapu sicilinin maddi hak durumuyla uygunluğunu sağlamamışlardır. Olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı “yirmi yıl boyunca, çekişmesiz aralıksız malik sıfatıyla zilyetlik” olarak ifade edilen olgudaki bütün unsurların gerçekleşmesini gerektirmektedir. Tapu kütüğünün aleniyet işlevini yerine getirmekten aciz hâle gelmesine ilave olarak bütün bu unsurlar gerçekleştiği takdirde mirasçıların mülkiyet hakkı son bulmaktadır (Özen, B.: Yirmi Yıl Önce Ölmüş Bir Kişi Adına Tapuda Kayıtlı Olan Taşınmazın Olağanüstü Kazandırıcı Zamanaşımı Yoluyla Kazanılamaması, Mustafa Dural’a Armağan, İstanbul 2013, s. 932-954, s. 948 vd).

Sonuç olarak; kayıt maliki mirasçılarının yirmi yıllık hak düşürücü süre içinde herhangi bir dava açarak veya dava açmasa bile taşınmazları tapuda mirasa dayanarak adına tescil ettirmek suretiyle zamanaşımı süresini kesme olanağına sahip olduğu hâlde, bu haktan yararlanmadığı gözetilerek taşınmaz mülkiyeti ve taşınmazın kullanım hakkına ilişkin olarak toprak mülkiyetinin atıl kalmaması, kullanılarak ekonomiye katkı sağlanmasının temin edilmesi için bu konudaki hukuki güvenliği ve

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 9

YARGITAY BAŞKANLIĞI

belirliliği sağlamak yönündeki kamu yararı amacı ile karşılaştırıldığında derece mahkemelerinin zilyedin açtığı davayı kabul etmelerinin mülkiyet hakkının gerektirdiği adil dengeyi bozmadığı kanaatine varılmıştır (Aşır Tunç, B. No: 2015/17453, 22/1/2019, § 62, Hafize Şükran İçten ve diğerleri, § 88, Orhan Yüksel, §§ 26-66).

Tüm bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; davacı tarafından TMK'nın 713/2. maddesinde yer alan "...maliki yirmi yıl önce ölmüş..." hukuki sebebine dayalı olarak tapu iptali ve tescil isteminde bulunulduğu, çekişme konusu ahşap ev ve bahçe niteliğindeki 527 parsel sayılı taşınmazın 1⁄2 hissesinin davalılar mirasbırakanı... adına 24.07.1962 tarihinde satış yoluyla tescil edildiği, mirasçıları tarafından tapu kaydında intikal işlemlerinin yapılmadığı ve çekişme konusu hissenin hâlen... adına kayıtlı olduğu, Şevki Abakoç’un dosya içerisinde mevcut mirasçılık belgesine göre 13.10.1968 tarihinde öldüğü, eldeki davanın ise 16.12.2011 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır.

O hâlde Mahkemece, iddia ve savunmalar doğrultusunda taraf delilleri toplanarak, kanun maddesinde belirtilen kazanma koşullarının davacı lehine gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılarak oluşacak duruma göre uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekirken Anayasa Mahkemesinin iptal kararının kazanılmış hakları etkilemeyeceği nazara alınmadan verilen direnme kararı yerinde görülmemiştir .

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Anayasa’nın 152. maddesi gereğince somut norm denetimi yapıldığından, uyuşmazlığa bakan hâkimin iptal kararına uymak ve iptal edilen Kanun hükmünü uygulamamakla yükümlü olduğu, eldeki davanın Anayasa Mahkemesinin TMK’nın 713/2. maddesindeki “ölmüş ya da” sözcüklerini iptal ettiği tarihten sonra açıldığı, dava tarihinde uygulanacak bir kuralın bulunmadığı, tapuda kayıtlı murisin ölümü ile mirasçıların TMK’nın 599 ve 705. maddeleri gereğince mülkiyet hakkını kazandıkları ve var olan mülkiyet haklarının iptal kararı ile de korunduğu, TMK'nın 705 ve 992. maddeleri dikkate alındığında kanun koyucunun açıklayıcı tescili sadece TMK'nın 713. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tapusuz taşınmazlar için kabul ettiği, tapu kaydında intikal eden mirasçıların mülkiyet hakkı korunduğundan davacı zilyet açısından kazanılmış haktan söz edilemeyeceği, beklenen hakkının mevcut olduğu kabul edilse dahi var olan hakların beklenen haktan önce geleceği ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının beklenen haklarda derhal uygulanacağı gerekçeleriyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıran geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 01.10.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşme sonucunda oy çokluğu ile karar verildi.

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 10

YARGITAY BAŞKANLIĞI

KARŞI OY

1. Uyuşmazlık, “Davacının davasına dayanak olan TMK'nın 713/2 fıkrasındaki "ölüm" sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 tarihli ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı sayılı kararı ile iptal edilmesi ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararı karşısında, anılan hükmün somut olayda uygulama yerinin bulunup bulunmadığı ve davacı yararına oluşan kazanılmış haktan bahsedilip bahsedilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre davacı lehine TMK'nın 713/2 maddesinde yer alan koşulların oluşup oluşmadığının belirlenmesi” noktasındadır.

2. İlk derece mahkemesi “TMK'nun 713/2 maddesindeki "...ölmüş..." ve"...ya da..." sözcüklerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı ve 17/03/2011 tarihli ilamı ve gerekçesi gözetilerek, ölen malikin bilinmeyen ve tanınmayan bir kişi olmadığı, aynı şekilde mirasçılarının da bilinen, tanınan ve halen yaşayan kişiler olduğunun nüfus ve tapu kayıtlarıyla kolaylıkla anlaşılabilir olduğu, davacı tarafça da bilindiği, TMK'nun 713/2. maddesi kapsamında dava konusu taşınmazlar üzerinde zilyetlikten kaynaklı tapulu yerlerin tesciline imkan bulunmadığı” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

3. Verilen kararın davacı tarafından temyizi üzerine Özel Daire tarafından “davaya dayanak oluşturan TMK'nın 713/2. fıkrasında yer alan "...ölmüş..." sözcüğünün, Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulamasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de Yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 gününde karar verildiği, Anayasa Mahkemesi'nin 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 sayılı kararında; Türk Anayasa sisteminde devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edildiği, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnaları kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesinin oluşturduğunu, TMK'nın 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; "Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur." ilkesinin getirildiğini, TMK'nın 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu andakazanılacağı açıklandığına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerektiği, bu halde yürütmenin durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan veya lehine kazanma koşulları tamamlanmış davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerektiği, yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerektiği, bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir

önemi bulunmadığı, bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK'nun 713/2 maddesi bakımından dosya incelendiğinde; davanın TMK'nun 713/2 maddesinde yazılı "ölüm" sebebine dayanılarak açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davası olduğu, davalıların miras

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 11

YARGITAY BAŞKANLIĞI

bırakanının, dosya içinde mevcut mirasçılık belgesine göre 13.10.1968 tarihinde öldüğü, mahkemece, iddia ve savunmalar doğrultusunda taraf delilleri toplanarak, kanun maddesinde belirtilen kazanma koşullarının davacı lehine gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılarak oluşacak duruma göre uyuşmazlığın esası hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, zilyetlik araştırması yapmaksızın Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı yanlış yorumlanarak yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesinin isabetli olmadığı” gerekçesi ile karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

4. Yerel mahkeme,ilk kararındaki gerekçe yanında “Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının Yargıtay 1. Hukuk, 14. Hukuk ve 20. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu'nun emsal içtihatları gözetildiğinde derdest davalara uygulanacak oluşu, 8. Hukuk Dairesi'nin kıyı kenar çizgisi ile ilgili Anayasa Mahkemesi

iptal kararını derdest davalara uyguladığı, TMK'nın 713/2. maddesinin Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonraki mevcut hali bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davacının davalıların murisi adına kayıtlı taşınmazın 20 yılı aşkın bir süredir aralıksız olarak zilyet olduğundan kendi adına tescili isteğine itibar edilemeyeceği” gerekçesi ile verdiği direnme kararının temyiz edilmesi üzerine Genel Kurulumuz tarafından çoğunluk görüşü ile Özel Dairenin gerekçesi benimsenerek “Anayasa’nın 153. Maddesi uyarınca iptal kararlarının geriye yürümeyeceği, kazanılmış hakları etkilemeyeceği, davacının TMK.’un 713/2 maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararından önce 20 yıl malik sıfatı ile zilyetliğinin gerçekleştiği, aynı maddenin 5. Fıkrası uyarınca mülkiyeti 20 yılın sonunda kazanmış olduğu, iptal kararının kazanılmış hakları ortadan kaldırmayacağı” gerekçesi ile bozulmuştur.

5. Çoğunluk görüşünün, aşağıda açıklanan gerekçeler ve özellikleAnayasa Mahkemesi kararının somut norm denetimi ile ilgili olup, Anayasa’nın 152. Maddesi düzenlemesine, Türk Medeni Kanunu’nun mülkiyet ile ilgili düzenlemelerine, bu konudaki içtihatlarave beklenen ve varolan hak kavramına aykırı olduğu kanaatindeyiz.

5.1.Yasal düzenlemeler;
5.1.1. Anayasa.
Madde 35. “Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,

kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
Madde 152. (Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi) Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı

görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. Mahkeme, Anayasaya aykırılık iddiasını ciddi görmezse bu iddia temyiz merciince esas hükümle birlikte karara bağlanır. Anayasa Mahkemesi, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.

Madde 153. (Anayasa Mahkemesi kararları) Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz. .... İptal kararları geriye yürümez (f.5).

5.1.2. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu.

Madde 1. Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Madde 575. Miras, mirasbırakanın ölümüyle açılır. Mirasbırakanın sağlığında yapmış olduğu mirasla ilgili kazandırmalar ve paylaştırmalar, terekenin ölüm anındaki durumuna göre değerlendirilir.
Madde 599. Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 12

YARGITAY BAŞKANLIĞI

Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın aynî haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar.
Madde 683. Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir (Mülkiyet hakkı).

Madde 704. Taşınmaz mülkiyetinin konusu şunlardır: 1. Arazi, 2. Tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli haklar, 3. Kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler. Madde 705. Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır .

Madde 707. Tapu kütüğüne kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetinin işgal yoluyla kazanılması, ancak kaydının malikin istemiyle terkin edilmiş olmasına bağlıdır. Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar üzerinde işgal yoluyla mülkiyet kazanılamaz.
Madde 713. Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.

Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce ..... (ölmüş ya da...” kelimeleri Anayasa Mahkemesi’nin 17/3/2011 tarihli ve E.: 2009/58, K.: 2011/52 sayılı Kararıyla iptal edilmiştir) hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.

Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.
.... Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur(f.5).
Madde 973- Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir.

Madde 992. “Tapuya kayıtlı taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır”.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol 1. Madde 1. “Her gerçek ya da tüzel kişi, mülkiyetinden/malvarlığından müdahale edilmeksizin yararlanma hakkına sahiptir. Hiç kimse, kamu yararı uyarınca ve yasanın ve uluslararası hukuk genel ilkelerinin öngördüğü koşullara tabi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılması hali hariç, mülkiyetinden yoksun bırakılmayacaktır.”. Bu madde varolan, edinilmiş bir hakkın kullanımı ve korunmasıyla ilgilidir. Protokol, gelecekte elde edilecek malvarlığıyla ilgili güvenceler içermemektedir.

5.2. Kararlar.
5.2.1. 4721 sayılı TMK.’un 713/2 maddesindeki “ölmüş ya da” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olduğu ve iptali gerektiğine dair Anayasa Mahkemesi Kararı gerekçesi: 17.03.2011 tarih ve 2009/58 E, 2011/521(R. Gazete: 23.07.2011 tarih ve 28003 sayılı) “Temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkı bireyin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Eşya üzerindeki hâkimiyet bir yönüyle bireye devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan yaratırken, diğer taraftan emeğinin karşılığını güvence altına almakla bireye kendi hayatını yönlendirme ve geleceğini tasarlama olanağı sunmaktadır. Bu nedenle birey özgürlüğü ile mülkiyet hakkı arasında yakın bir ilişki vardır. Temel bir hak olan miras

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 13

YARGITAY BAŞKANLIĞI

hakkı ise iki yönlüdür. Miras bırakan yönünden mirasının kendinden sonrakilere geçmesini ve ölüme bağlı tasarrufta bulunabilmeyi, mirasçılar yönünden ise murisin miras yoluyla bıraktığı malvarlığına sahip olma yetkisini kapsar. Kural olarak tapuya kayıtlı bir taşınmazın tamamı, bir payı veya bölünebilir bir parçasının olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinilebilmesi mümkün değildir. 4721 sayılı Yasa’nın “Taşınmazlarda karine” başlıklı 992. maddesinde; “Tapuya kayıtlı taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır...” denilerek, tapuya kayıtlı olan taşınmazların olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması önlenmektedir. 575. maddede ise mirasın, mirasbırakanın ölümü ile açılacağı, 599. madde hükmüne göre de mirasçıların, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanacakları belirtilmektedir. 705. maddenin ikinci fıkrası uyarınca da mirasçılar, mirasbırakanın bıraktığı taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkına tescilden önce sahip olmaktadırlar. Tapuya kayıtlı bir taşınmazın malikinin ölmesi halinde, bu taşınmazın sahibi mirasçılarıdır. Mirasçılar bu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını mirasbırakanın ölümü ile birlikte kanun gereğince tescile gerek kalmadan kazanmaktadırlar. Hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının “zamanötesi” niteliği, başka bir anlatımla mülkiyet hakkının zamanaşımına uğramamasıdır. Bu nedenle, Medenî Kanun tarafından bir taşınmaz malikinin mirasçılarına tanınmış olan hakların, hak sahiplerince yirmi yıl boyunca kullanılmaması, o kimselerin taşınmazla aralarındaki ilişkiyi fiilen kestiğini göstermiş olsa bile, o taşınmazla aralarındaki hukuksal ilişkinin sona erdiği anlamına gelmez. Mirasçıların devam eden mülkiyet hakkı, taşınmazı fiilen kullanma hakkını içerdiği gibi kullanmama hakkını da içerir. Mülkiyet hakkının mutlaklığı ve tapu sicilinin aleniyeti karşısında, itiraz konusu sözcük uyarınca, zilyedin mirasçılara ait olan mülkiyet hakkını tanımayarak, tek yanlı olarak ortadan kaldırmasına olanak tanınması, mülkiyet hakkını ortadan kaldırdığı gibi, kazanılmış hak ve hukuki güvenlik ilkelerini de ihlal etmektedir .

Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarih ve 1989/11-48 sayılı kararı: “Anayasanın 152. maddesine göre, itiraz yoluna başvuran mahkemeler, Anayasa Mahkemesi'nce verilecek kararlara uymak zorundadırlar. Bu durumda, itiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce açılmış olan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecek ve doğrudan iptal kararının etkisini önceye uygulayacaktır. Ayni durum, itiraz yoluna başvurmayan mahkemeler yönünden de geçerlidir. İptal davası veya itiraz üzerine bir kuralın iptali sonucu, Mahkemeler bakmakta oldukları davaları bu karara göre çözmekle yükümlüdürler. Bu sonuç Anayasa'nın, "Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar." Yolundaki 153. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan kuralın sonucudur. Öte yandan Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, yasa, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Yukarıda gösterilen ve iptal kararlarının bağlayıcılığını ortaya koyan kuralla bu kuralın birlikte değerlendirilmesi durumunda, iptal kararlarının ileriye yönelik "derhal" etkisi tartışmasız biçimde ortaya çıkar”.

5.2.2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı. 09.05.1960 tarih ve 21/9 sayılı. “Sonradan çıkan içtihattı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarakhenüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir.Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir”.

5.2.3. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı.13.07.2011 tarih ve 2011/1-421 Esas, 2011/524 Karar.

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 14

YARGITAY BAŞKANLIĞI

“Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden o davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 05.09.1960 tarih,21/9 sayılı YİBK'da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş olup,derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur”. Aynı içtihat, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2012 tarih ve 2012/20-12 Esas, 2012/232 Karar sayılı kararında da oy birliği ile kabul edilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.03.1988 tarih ve 1987/2-860 Esas, 1988/232 Karar sayılı kararı. “Genel kural olarak herhangi bir yasa veya düzenleyici kural yürürlüğe girdiği andan itibaren derhal hukuksal sonuçlarını doğurmaya başlar. Bunun doğal sonucu da yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkilemeyeceği, başka bir anlatımla geriye yürümeyecekleridir. Yasaları uygulamak durumunda bulunanlar, başta mahkemeler olmak üzere onları geriye yürür sonuçlar doğuracak yolda yorumlamamakla yükümlüdürler. Ancak, şu husus da belirtilmelidir ki, devam eden uyuşmazlıklarda tamamlanmamış hukuki durumlara yeni yasa veya düzenleyici kural derhal yürürlüğe girme niteliği nedeniyle uygulanacak ve hukuki sonuçlarını doğuracaktır. Tamamlanmış hukuki durumları yeni yasa veya düzenleyici kuralın etkilememesi onlar üzerinde hukuki sonuç doğurmaması kazanılmış hakların saklı tutulması amacını gütmektedir.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.01.2004 tarih ve 2004/10-44 Esas, 2004/19 Karar; 03.02.2010 tarih ve 2010/4-40 Esas, 2010/54 Karar sayılı kararları: “Uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi'nin iptal sonrası oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.”

5.2.4. Danıştay 4. Dairesi. 09.05.2011 tarih ve 2011/2546 Esas, 2011/3384 Karar. “Anayasa Mahkemesi’nce bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanmış olan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülemez. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararlarının, itiraz yoluna başvurulmasını isteyen kişi ya da kişiler tarafından açılan davaların yanı sıra, iptal edilen hüküm ya da hükümler esas alınarak hakkında uygulama yapılmış olan kişiler tarafından açılan ve görülmekte olan davalarda da uygulanması zorunludur.Bu hukuksal durumun doğal sonucu olarak, bir kanun ya da kanun hükmünde kararnamenin uygulanması nedeniyle dava açmak durumunda kalan ve Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasını isteme hakkına sahip olan kişilerin de, hak ve menfaatlerini ihlal eden kuralın iptal davası veya itiraz yoluyla daha önce yapılan başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiş olması halinde, iptal hükmünün hukuki sonuçlarından yararlanması gerekeceği açıktır”.

5.2.5. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sporrong ve Lönnroth – İsveç kararı:
Mülkiyet hakkı kuralları açıklanmıştır. Buna göre;
a) Mal ve mülkün dokunulmazlığı kuralı, (Her gerçek ve tüzelkişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini istemehakkı vardır.)

b) Mal ve mülkten yoksun bırakılmama kuralı, (Herhangi birkimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullarave uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal vemülkünden yoksun bırakılabilir.)
c) Mal ve mülkün kullanımının belli şartlarda devletlercekısıtlanabileceği (kullanımın kontrol edilmesi)

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 15

YARGITAY BAŞKANLIĞI

kuralı (Yukarıdakihükümler, devletlerin, mülkiyetin, kamu yararına uygun olarakkullanılması düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veyapara cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasalarıuygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.)

5.3. Açıklamalar ve kavramlar:

5.3.1. Anayasa Mahkemesi Kararlarının Geriye Yürümezliği ilkesi ve istisnaları:
Anayasa’nın 153’üncü maddesinin birinci fıkrasında herhangi bir denetim yolu tanınmamış ve Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararları nitelikleri gereği bağlayıcıdırlar.
Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümemesinin gerekçesi olarak iptal kararlarının, “kazanılmış hakları” ortadan kaldırıcı bir sonuç doğurmasının önlenmesi olduğu belirtilmiştir(Gözübüyük, Ş. Anayasa Hukuku, Turhan Kitabevi, Ankara 2013, s. 292).
Anayasa'da iptal kararları idarî davalarda olduğu gibi düşünülmemiş ve kural olarak iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. Türk Anayasal sisteminde, "Devlete güven" ilkesini sarsmamak ve ayrıca devlet yaşamında bir kargaşaya neden olmamak, kazanılmış hakları korumak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların, iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır. Bir kural işlemle kurulan statünün Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararıyla ya da bir başka kural işlemle kaldırılması durumunda, bu statüye bağlı öznel (sübjektif) işlemlerin de geçersiz duruma düşmesi doğaldır. Dolayısıyla bu öznel işlemlerle, ortadan kalkan statüye dayanarak ileriye dönük haklar elde edilemez. Anayasa'nın bağlayıcılığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına tüm devlet organlarının uyma zorunluluğu ve Anayasa 'nın üstünlüğü ilkesi, Anayasa'ya aykırı bir kuralın aykırılığının saptanmasından sonra uygulama alanı bulmasını kesinlikle önler.
Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının zaman içerisindeki etkisi böylece çıkmakta ve "İptal kararlan geriye yürümez" kuralı belirtilen anlamı taşıyarak geçerli olmaktadır. Anayasa’nın 153. maddesindeki “ İptal kararları geriye yürümez” kuralının, geriye yürümezlik kuralının, yalnız lafza bağlı kalınarak yorumlanması hukuk devleti ilkesine ve bu ilke içinde var olan adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı sonuçlar doğurabileceği gibi itiraz yoluyla yapılacak denetimin amacına da ters olduğu aşikârdır. Ayrıca iptal kararının geriye yürümezliği kuralı, çoğu zaman iptal kararlarını işlevini ve etkinliğini azaltmaktadır.

Ancak geriye yürümezlik ilkesinin en önemli istisnalarından biri, Anayasa’nın 152. Maddesindeki somut norm denetimidir. Madde uyarınca mahkeme önüne gelen uyuşmazlıkta Anayasa aykırılık iddiasını ciddi görür ve Anayasa Mahkemesine iptal için başvurmuşsa, başvuru sonucunda iptal kararı verildiğinde, iptal kararına uymak zorundadır. Özelikle Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümeyecekse somut norm denetimine başvurunun bir anlamı olmayacaktır. Somut norm denetiminde, iptal kararı durdurulan dava bakımından geriye yürür. Çünkü iptal kararı doğası gereği geriye yürür. Kimi durumlarda adalet ilkesinin gerçekleştirilmesi ancak iptal kararının geriye yürümesi ile mümkün olabilmektedir .

Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara varmak kaçınılmaz olmaktadır.
a) Anayasanın 152. maddesine göre itiraz yoluna başvuran mahkemeler Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak zorundadırlar.
b) İtiraz eden mahkeme, elinde bulunan ve Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce açılan bir davayı Anayasa Mahkemesi kararına göre çözecektir. Bu halde iptal kararı eldeki dava bakımından

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 16

YARGITAY BAŞKANLIĞI

geriye yürümüş olacaktır. Mahkemelerin, itiraz yolu ile yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararına uymak zorunda oldukları sonucuna ulaşılmak kaçınılmazdır. Bu durum 152. maddenin amir hükmüdür. Bir kere iptal kararı geriye yürümeyecekse dava mahkemelerinin aykırılık itirazlarını Anayasa Mahkemesine iletmelerinin bir anlamı olmayacaktır. İtirazın bir anlam ifade edebilmesi için en azından durdurulan dava açısından iptal kararının geriye yürümesi gerekmektedir(Tunç, H. Türk Anayasa Yargısında İtiraz Yolu Erzincan 1992. S: 72 ).

c) İtiraz yoluyla yapılan başvuru üzerine iptal edilen hükmü, benzer işlerde uygulama durumunda bulunan başka mahkemeler de Anayasa Mahkemesi iptal kararına uymak zorundadırlar ve iptal edilen yasa maddesine dayanarak karar veremeyeceklerdir.

d) Hukuksal ve nesnel alanda etkilerini göstermiş, sonuçları doğurmuş, kesin hüküm halini almış, adli ve idari yargı kararları ile netleşmiş, yargılama konusu oluşturmayan ve oluşturmayacak olan durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümez.
e) İptal kararlarının Anayasanın 153/5. maddesi uyarınca geriye yürüyemeyeceği hallerde kesinleşmiş Yargı kararları Yargılamanın iadesine konu teşkil etmezler ve bu yolla ortadan kaldırılamazlar. Belirtmek gerekir ki iptal kararları, kesinleşmiş yargı kararlarını etkilemez. Başka bir anlatımla iptal kararları, daha önce verilip kesinleşmiş olan yargı kararlarını geçersiz kılmaz, ortadan kaldırmaz, yargılamanın yinelenmesini gerektirmez. Ancak, görülmekte olan davalarda ve henüz kesin çözüme bağlanmamış anlaşmazlıklarda mahkemeler, iptal kararından sonraki duruma göre karar vermekleyükümlüdürler.

Davanın taraflardan birisi; hakkında uygulanacak kanun maddesinin Anayasa aykırı olduğu kanaatinde ise bunu iptal ettirerek aleyhindeki olumsuz durumu ortadan kaldırmak için mahkemeye başvuracaktır. Bu başvuru, kişi için Anayasal bir haktır. Hak kullanıldığında sahibine bir yarar sağlamayacaksa zaten ortada bir hak yok demektir. Bu durumda bu hususa ilişkin Anayasa hükmünün bir anlamı olmayacağı gibi bu hükmü koyan Anayasa Koyucunun da "abesle iştigal ettiği" gibi garip bir sonuca ulaşılacaktır.

Uygulamada, itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine başvuran mahkeme; itirazı haklı görülerek yasanın ya da bir kuralın iptali halinde, iptal edilen yasa maddesi veya kuralı yok kabul ederek karar vermektedir. O halde somut norm denetiminde Anayasaya aykırılık itirazında bulunan tarafın iptal kararının sonuçlarından yararlanması gerekir (Özbudun, E. Türk Anayasa Hukuk 7. Baskı s: 411).

5.3.2. Mülkiyet ve miras hakkı: “Temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkı bireyin eşya üzerindeki hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Eşya üzerindeki hâkimiyet bir yönüyle bireye devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan yaratırken, diğer taraftan emeğinin karşılığını güvence altına almaklabireye kendi hayatını yönlendirme ve geleceğini tasarlama olanağı sunmaktadır. Bu nedenle birey özgürlüğü ile mülkiyet hakkı arasında yakın bir ilişki vardır. Temel bir hak olan miras hakkı ise iki yönlüdür. Miras bırakan yönünden mirasının kendinden sonrakilere geçmesini ve ölüme bağlı tasarrufta bulunabilmeyi, mirasçılar yönünden ise murisin miras yoluyla bıraktığı malvarlığına sahip olma yetkisini kapsar .

Hukukun genel ilkelerinden birisi de mülkiyet hakkının “zamanötesi” niteliğidir. Kısaca mülkiyet hakkı, zamanaşımına uğramaz.4721 sayılı TMK.’un “Taşınmazlarda karine” başlıklı 992. Maddesinde ki, “Tapuya kayıtlı taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır...” hükmü ile tapuya kayıtlı olan taşınmazların olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılması önlenmektedir.

TMK.’un 575. maddesinde ise mirasın, miras bırakanın ölümü ile açılacağı, 599. madde hükmüne göre

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 17

YARGITAY BAŞKANLIĞI

de mirasçıların, miras bırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanacakları belirtilmekte, 705. maddenin ikinci fıkrası uyarınca da mirasçılar, miras bırakanın bıraktığı taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkına tescilden önce sahip olmaktadırlar.

Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa’nın 35 ve AHİS Ek 1 Protokolünün 1. Maddeleri uyarınca, hangi kural kapsamında ele alınacağı belirlendikten sonra, sınırlamanın hakkı ihlal edip etmediğini tespit için üç aşamalı bir test yapılmaktadır. Bu testin unsurları şöyledir:

a) Birinci aşama, söz konusu müdahalenin kanunla/hukukla öngörülüp görülmediği;
b) İkinci aşama, yapılan müdahalenin sınırlama ölçütlerine ya da bir başka deyişle meşru amaçlara uygun olup olmadığı ve
c) Üçüncü aşama, müdahalenin/sınırlamanın ölçülü olup olmadığı (adil denge kurup kurmadığı) veya hakkın özüne dokunup dokunmadığıdır.

5.3.3. Kazanılmış hak: Hukukun evrensel ilkelerine saygı duymak hukuk devleti olmanın gereğidir. Kazanılmışhaklara saygı ilkesi de hukukun genel ilkeleri ve hukuk devleti kavramı içerisinde yer alır. Bu ilkenin temel amacı bireylerin hukuk güvenliğini sağlamaktır. Kazanılmışhak mülkiyet ile değil, doğrudan doğruya hukuk güvenliği ile ilgilidir. Belirtmek gerekir ki, kazanılmış haklar, kural olarak bireysel idari işlemlerle elde edilirler.

Beklenen hak ise kazanılması beklenen haktır. Kazanılmış ancak elde edilmesi işleme kalmış olan hak, beklenen haktır.
Ancak varolan haklar, kazanılmış veya beklenen haklardan önce gelir.
5.3.4. Kurucu (yenilikçi)-açıklayıcı tescil: Olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yolu ile taşınmaz mülkiyetinin tescilinin, hukuki niteliğine değinmek gerekir. Mülkiyet hakkı ayni bir hak olup, tapu kütüğüne tescili gerekir. Taşınmaz mallardaki mülkiyet hakkı kural olarak tescille doğar. Kural olarak, mülkiyetin tescili kurucu bir hukuki işlemdir. Nitekim 4721 sayılı TMK yürürlüğe girmeden önce “Medeni Kanunu’nun kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin 639/1. maddesine göre verilen tescil kararlarının inşai-ihdasi (yapici - kurucu - yenilik doğurucu) nitelikli kararlar olduğu, mülkiyet hakkının bu kararların kesinleştiği anda kazanılacağı” 04.12.1998 gün ve 1996/4 E, 1998/3 K. sayılı YİBK içtihadı ile kabul edilmiştir. Ancak 4721 sayılı TMK 713/5. son cümlesinde açıkça “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur” düzenlemesine yer vermiş ve bu şekilde tapuda kayıtlı olmayan taşınmazın, koşulların tamamlandığı anda mülkiyetin gerçekleşeceğini belirterek, açıklayıcı tescile yer verilmiştir. Bu açıklayıcı tescilin, maddenin 713/2 maddesinde düzenlenen tapulu taşınmazlar içinde geçerli olduğu yönünde kararlar bulunsa da, tapulu taşınmazda, öncelikle malik kaydının iptali gerekeceğinden, açıklayıcı bir tescilden sözedilemez. Zira kayıt iptal edilmeden tescile karar verilemez. TMK.’un 705 ve 992. Maddeleri dikkate alındığında kanun koyucunun açıklayıcı tescili, sadece 713. Maddenin birinci fıkrasında belirtilen tapusuz taşınmazlar için kabul ettiğini belirtmek gerekir.

Mirasın kazanılmasında bir mahkeme kararına ihtiyaç duyulmamasına rağmen gerek tapusuz taşınmazlarda gerekse tapulu taşınmazlarda olağanüstü zilyetlikle taşınmazın kazanılması mahkeme kararına bağlamıştır. Ancak TMK'nun 713/5-son cümlesinde " Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur." Düzenlemesi ile tapusuz taşınmazlarda tapulu taşınmazlardan ayrı bir düzenleme getirerek olağanüstü zilyetlikle kazanma şartları gerçekleştiği anda taşınmazın mülkiyetinin kazanılacağını ifade etmiştir. Bu noktada mahkemenin tescil kararı mülkiyetin kazanılmasının tespiti anlamını taşımaktadır. Her ne kadar TMK'nun 713/5- son cümlesi bu maddenin

11/10/2020 13:41 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 18

YARGITAY BAŞKANLIĞI

ikinci fıkrasını da yani tapulu taşınmazların zilyetlikle kazanılmasını da kapsadığı yönünde düşünceler olsa da kanunun gerek lafzı gerekse amacı dikkate alındığında açıkça sadece birinci fıkrayı kapsadığı anlaşılmaktadır. Tapusuz taşınmazlarda mülkiyetin olağanüstü zilyetlik şartlarının gerçekleştiği tarihte kazanılması işin doğasına da uygundur. Çünkü tapusuz taşınmazlarda gerek TMK'nun 599 ve gerekse 705. Maddesinde düzenlendiği gibi tapuda bir malik olmadığı için malikin ölümü ile mirasçılarına kanun gereği mülkiyetin geçmesi de düşünülemeyeceği için zilyetlik şartlarının gerçekleşmesi ile zilyet tarafından mülkiyetin kazanılması doğaldır.

Ancak mirasın, murisin ölümü ile kanun gereği mirasçılar tarafından kazanılacağı TMK'nun 599. Maddesinde, tapulu taşınmazların tapuda tescile gerek olmadan murisin ölümü ile kazanılacağı TMK'nun 705. maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasında bu maddelerde ki düzenlemeler asıldır. Mülkiyetin zilyetlikle kazanılması ise TMK'nun 599 ve 705. Maddelerin istisnasındır. Bir başka ifade ile tapuda kayıtlı murisin ölümü ile mülkiyeti kanun gereği mirasçılara geçen taşınmazların olağanüstü zamanaşımı ile kazanıldığından bahsedilemez. Burada artık yeni malikler mirasçılardır. TMK'nun 713/2 maddesinde ki şartların mirasçılar üzerinde gerçekleşmiş olması gerekir. Yani mirasçıların anlaşılamaması veya gaipliğine karar verilmiş olması gerekir.

6. Sonuç olarak:

6.1. Öncelikle TMK'nun 713/2 maddesinin Anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmeden önceki hali ile de davacı zilyet açısından tescil şartları oluşmamıştır. Çünkü dava konusu taşınmaz tapuya kayıtlı olup, tapuda adı kayıtlı olan murisin ölümü ile mirasçılar TMK'nun 599 ve 705. Maddeleri gereği mülkiyeti kazanmışlardır. Mirasçılar bilinen kişilerdir. Mirasçıların mülkiyetinin korunması Anayasa’nın 35 ve AHİS Ek 1. Protokol’ün 1. Maddeleri gereğidir.

6.2. Eldeki dava Anayasa Mahkemesi’nin TMK.’un 713/2 maddesindeki “ölmüş ya da” fıkralarını iptal ettikten sonra açılmıştır. İptal kararı ile TMK. 599. Maddesi uyarınca mirasbırakanlarının ölümü ile mülkiyet hakkı geçen ve bilinen mirasçıların varolan mülkiyet haklarının devam edeceği açıktır. Dava tarihinde uygulanacak bir kural kalmamıştır. Artık davacının zilyetliğinin önemi yoktur. TMK. 599 ve 992 maddeleri uyarınca varolan mülkiyet hakkı, zilyetlikle beklenen mülkiyet hakkından önce gelir ve hukuken iptal kararı ile korunmuştur.

6.3. Anayasa’nın 152. maddesi uyarınca somut norm denetimi yapıldığından, Anayasa’nın Üstünlüğü ilkesi uyarınca, uyuşmazlığa bakan hakim, iptal kararına uymak ve iptal edilen kanun hükmünü uygulamamak zorundadır. Yargıtay ve Danıştay’ın istikrar kazanan kararlarında da bu husus kabul edilmiştir. Dava tarihinden önce iptal edilmiş bir kanun maddesine dayalı olarak karar vermek mümkün değildir. Böyle bir düşünce Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürütülmesi değil ileriye yürütülmemesi sonucunu doğurur ki bu mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin kararlarını yerine getirmemesi anlamı taşıdığı gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının kesinliği, bağlayıcılığı ve Anayasanın üstünlüğü ilkelerine aykırı olacaktır.

6.4. Davacı zilyet açısından, tapuda kayden intikal eden mirasçıların mülkiyet hakkı korunduğundan, kazanılmış haktan sözedilemez. Asıl Anayasa Mahkemesi iptal kararı ile mirasçıların varolan mülkiyet hakkı teslim edilmiştir. Davacı zilyet açısından olsa olsa beklenen bir hak vardır. Beklenen haklarda ise Anayasa Mahkemesinin iptal kararları derhal uygulanacaktır.

Yukarda açıklanan gerekçelerle yerel mahkemenin direnme kararının onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.

 19

 

 

Yorumlar

Yorum Yap